6 Temmuz 2010 Salı

SINIFSAL ‘AŞK’ HİKAYELERİ


Eric Rohmer’in “6 Ahlak Hikayesi” adlı dizisinin ilk filmi “Monceau Pastanesi’ndeki Kız”, kadın-erkek ilişkisinin ahlaksal ve toplumsal boyutunu farklı bir çerçevede, bir tercih meselesi üzerinden ele alır. Filmin özeti olarak genç, yakışıklı ve aynı zamanda ‘üst kesime’ mensup başkarakterimiz, karşısına çıkan iki kadın arasında seçim yapmak zorundadır; fakat bu iki genç kadın toplumun tamamen farklı sınıflarına aittirler. Biri genç adamın öğle aralarında sürekli gördüğü ve beğendiği, kültürlü, varlıklı ve güzel Sylvie’dir. Diğeri ise genç adamın Sylvie ile karşılaşmak için, öğle yemeği vaktini Sylvie’nin muhitinde geçirirken bir şeyler atıştırmak için uğradığı, Monceau Pastanesi’nde çalışan Jacqueline isimli bir kızdır. Günler geçtikçe Sylvie’yi bulamadığı halde, genç adam için Monceau Pastanesi’ne gitmek bir ritüel haline gelir ve bir süre sonra genç adam asıl amacını unutur. Adam, pastacı kızın onun seviyesinde olmadığını düşündüğü halde bu kızla ‘takılmaya’ başlar. Bir gün kızı yemeğe davet eder; fakat tam o gün karşısına Sylvie çıkar ve bütün işler değişir. Genç adam pastaneci kızla olan randevusuna gitmez, hatta kızı arayıp durumu açıklamaz bile ve sonunda da Slyvie ile evlenir.


Film duruma her ne kadar başkarakterin gözünden bakıyormuş gibi görünse de; gerek kadraj seçimleri gerekse diğer anlatımsal öğelerle olayları dışarıdan izler. Bu mesafe, bizim de bir ahlaksal meseleyi sadece bir karakter tarafından değil, bütünüyle sorgulamamızı ve görmemizi mümkün kılar. Film boyunca sürekli genç adamın tercihleri yönündeki yorumlarını kendi sesinden dinlesek de, aynı derecede pastaneci kızın kararlarını ve nedenlerini de düşünürüz; hatta Slyvie çıkıp geldiğinde, genç adam ve kızın arasındaki ilişkiyi gördüğü halde neden bu adamla evlendiğini de. Tüm bu neden ve sonuç ilişkileri, ahlaksal tercihler, farklı farklı yorumlanabilir haldedir. Adam ‘fırsatçının teki’ olarak merkezde yer alır; fakat Sylvie’nin de aşık olduğu için mi yoksa başka bir nedenden mi adamla evlendiğini pek kestiremeyiz. Keza pastaneci kız bir ay sonra şehri terkedeceği halde genç adamın teklifini kabul eder; belki onun da umduğu adamınkinden farklı değildir. Zaten filmin ilginç yanlarından biri de, içerisinde ‘aşk’ bulunması gereken kadın-erkek ilişkisini bu durumdan soyutlayarak diğer toplumsal meselelerden biri haline getirmesi; bu ahlaksal çıkmazı net bir şekilde ortaya koymasıdır.


Rohmer bizi de bu çıkmaza sürükler ve belki de filmin ‘aşk hikayesi’ olarak gözüküp bir ahlak sorununa dönüşmesi izleyicinin kendisini durumla özdeşleştirip, tam da olayın içinde, kendini sorgular şekilde bulmasını sağlar. Filmde kadın-erkek fark etmeksizin durum aynı hale gelmiştir: herkes bencil bir şekilde kendi amacı ve çıkarı yönünde seçimler yapmaktadır. Tabiki bu durum günlük hayatta sadece aşk ilişkilerinde değil diğer ilişkilerde de böyledir; fakat aşk ilişkileri öyle bir noktaya gelmiştir ki artık; filmde de adamın kararı ‘kendi sınıfından’ olan kızı yani Sylvie’yi seçip diğer kızı bir çırpıda unutmak olur. Rohmer’in başarısı da farklı sınıfları bir araya getirerek, bu kararların verilmesinde en önemli etkenlerden biri olan bu sınıfsal ayrımı ‘aşk hikayesi’ üzerinden farklı bir vurguyla anlatmış olmasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder